14 Şubat 2014 Cuma

Sevgililer Günü

"Antik Roma'da 15 Şubat, bereket tanrısı Lupercus'un onuruna, Lupercalia günü olarak kutlanmaktaydı. Bu günde, Lupercus'un din adamları tanrıya keçi kurban ederlerdi. Daha sonra kafalarının üstüne koydukları bir parça keçi derisi ile Lupercus'u simgeleyerek, Roma sokaklarında koşturup, karşılaştıkları herkese dokunurlardı. Genç kızlar gönüllü olarak ileri atılır ve bereket tanrısının dokunuşundan paylarını almaya çabalarlardı. İnanışa göre bu dokunuş sayesinde doğurganlıkları kolaylaşacaktı. Lupercalia bayramının arifesi olan 14 Şubat'ta genç erkeklerin genç kızların isimleri yazlı kura çekerek bayram boyunca 'çift' olma alışkanlığı vardı. 469'da Papa bu gayri-Hıristiyan bayramını yasaklayarak sadece kura çekilişine izin verdi. Ancak artık kuralarda kızların değil azizlerin isimlerini yazılıydı."* Bugün sevgililer günü. Böyle uluslararası önemli günlerin hepsinin bir öyküsü vardır diyerek hemen Wikipedia'dan bir bakayım dedim. Hep aşağıladığımız, kapitalizmin tüketim oyunu dediğimiz, burun kıvırdığımız günle ilgili çok da bir şey bilmediğimin farkına vardım. Üniversite zamanımda en renkli politik çalışmalardan biri sevgililer günüydü. Zira medya bize çok hoş malzemeler veriyordu. Sevgililer gününde, mesela ketçapla mayonez sevgili oluyordu. Aşk ölçerler vardı reklamlarda; "onu ne kadar sevdiğini bu ürünle anlat" gibi. Neyse, yani sevgililer gününe önyargılı olmamak çok zordu bizim için. Ama her şey gibi kökeninden kopmuş bir şeymiş bu sevgililer günü, nereden bileceksin. İslamın Anadolu'ya girmesinden önceki bir çok inanışın dini ritüellerini, İslâm'ın bir yorumu gibi -ya da başka şekillerde- , günümüzde dahi görebiliyoruz. Merkezi inanışın girdiği, fethettiği bölgelerde yaşayanlarla kurduğu ilişkinin sonucu olan bu durum, sadece İslâm'da değil diğer merkeziyetçi dinlerde de var olan bir durumdur. Bu duruma güzel bir örnek olan Saint Valentine günü, Roma Katolik Kilisesi'nin antik çağlardan gelen Lupercalia gününü kendi inanç ritüeli haline getirme çabasının sonucudur. Merkezi otorite, kendi kutsallığını yerelin değerleri ile biçimlendirip sunarsa, otoritesini bu yerelle kurduğu ilişki biçimine çok daha kolay yansıtır. Neyse uzatmayayım, sonuç; Lupercalia günü, olur sana Saint Valentine günü. Sonra yeni bir otorite çıkar. Bu otorite daha "insani"dir çok şükür. Zorlama yoktur, özgür iradeye inanır. Ne eder eder, bu kutsal günü de "gerçek değerini bulması için" pazara sunar. Bir sonuç daha; Saint Valentine günü oldu mu sana sevgililer günü. Dünyada milyonlarca, hatta belki daha fazla, dolarlık bir ekonomik hareketliliğin kökeninin antik çağın bir ritüeli olması ilginç mi? Belki ilk bakışta. Ama söz konusu kapitalizm. Bu zamanda her şey gerçek değerini bulması için pazara getirilir. Söz konusu ne kadar da insanî olan aşktır ama, o da bu sistemin metası olmaktan kurtulamayacaktır. Sevgililik güzel şey vesselam. Ne yapsam. Bari yazıyı bitirdikten sonra sevgilime bir demet karanfil mi alsam! *: http://tr.m.wikipedia.org/wiki/Sevgililer_G%C3%BCn%C3%BC

11 Şubat 2014 Salı

Bir Rant Öyküsü

Gaziosmanpaşa'da, 2500 kişinin yaşadığı Sarıgöl'de belediye başkanı Erhan Erol önce konutların tamamı bölge sakinlerinin kullanımına verilecek diyerek halkı sakinleştiriyor, sonra AKP'li meclis üyelerinin oy çokluğuyla 775 sayılı gecekondu kanunu kapsamından çıkarıp 6306 sayılı afet yasası kapsamına alıyor. Böylece sosyal konut olması gereken alan her türlü, prestij projeleri de dahil olmak üzere, her türlü yapılaşmaya açılmış oluyor. Belediye Başkanı kendini "sanki Ermeni'ye Yunan'a satıyoruz evleri, buradan izmirli vatandaşımız da ev alsın, Konyalı vatandaşımız da ev alsın istiyoruz" diye savunmuş. Sonra solcular Kentsel dönüşüm projelerine karşı çıkınca olay oluyor. Arkadaş, rant varsa direnen de olacak tabi.

Bir Sosyoloji Tezinden İlginç Tespitler

Burcu Şentürk ODTÜ sosyoloji de master yaparken PKK'li ve asker aileleri ile görüşerek bir tez yazıyor. Bu tezden alıntıdır:"Şehit ailesi sanki bütün maddi gerçeklerden azade.'Ülkesini o kadar çok seviyor ki, oğlunun ölmesini bile gözü görmüyor'. Böyle bir sunum var.'Çocuğum boş yere ölmedi...' Bunu düşünmek zorundalar,yoksa çıldırırlar"... "Aileler (gençlerin) dağa çıkmalarını beklemiyor. Aileye şiddet görüp görmediklerini soruyorum. Mesela birisi, 'benim kızım çok korkakti. Çocukken köyden bomba sesi gelirdi, korkardı' dedi. Şiddet eşiği o kadar yüksek ki, bomba sesi artık şiddet ifade etmiyor. Bunun korkulacak bir şey olduğunu algılamıyor."

29 Kasım 2012 Perşembe

Bugün hiç duymayan bir çocuğun neler hissettiğini düşündüm. Gerçekliğini farkettim. Düşünsene bir Cenko, küçük bir çocuk bilmediği bir duyudan yoksun olduğunu, diğer insanlardan bir eksiğinin olduğunu ilk nasıl fark eder? Neler hisseder? Hem de belki en gereksinim duyduğu şeyi, iletişimi, yapamiyordur. Ne garip şey!

08 Nisan 2013 Pazartesi

Akepe dönemi vukuatlarindan biri de Artuklu üniversitesi Kurdoloji enstitüsünde oluyor. Akademisyenlerin ortak mail grubuna bir mektup geliyor ve enstitü başkanı prof kadri yılmaz için çeşitli iddialar atılıyor ortaya. Pkk'ye yakın kişileri master programlarina alıyor, halkın manevi duygularını önemsemeyen ateist insanları çevresine topluyor gibi iddialar... tabi bir süre sonra Akit'te yayınlanacak ölçüde yayılıyor. Ama işin ilginci mailin atıldığı hesabın sahibi o maili kendisinin atmadigini, o mail atılırken başka yerde olduğunu hem sahitlerle hem de kamera kayitlariyla ispatlıyor. Mailin atıldığı bilgisayar da fakültenin tek kamerayla izlenmeyen yerinde! İlginç dee mi?

07 Mayıs 2013 Salı

Kahramanmaraş’ta askerliğini yaparken, birlikte nöbet tuttuğu askerin ‘tüfeğiyle dürterek uyandırdığı sırada namluya dokunması’ sonucu öldüğü iddia edilen er Eren Özel’le ilgili hazırlanan özel bilirkişi raporu, cinayeti işaret etti. İstanbul Üniversitesi ’nden Prof. Dr. Nadir Arıcan, hazırladığı raporda, Adli Tıp raporunun aksine Özel’in uzak atış mesafesinden vurulmuş olabileceğini, iddia edildiği gibi tüfeğe uzanır gibi değil, uyur pozisyonda öldüğünü, kulağının altında da darbe izi olduğunu kayda geçirdi. Aktaş’ın yasak olmasına rağmen nöbetçi kulübesinde neden şarjör taktığı, tüfeğin emniyetinin neden açık olduğu anlaşılamadı. Bu arada Adli Tıp Kurumu raporunda, Özel’i öldüren kurşunun uzak atış mesafesinden atıldığı kaydedilmişti. Hal böyle olunca er Ahmet Aktaş’a ‘bilinçli taksirle adam öldürme’ iddiasıyla dava açılmıştı. Bu veriler gün yüzüne çıkınca Malatyalı Alevi -Kürt kökenli Özel ailesi, evlatlarının öldürüldüğünü savunarak, tabuta sarılan Türk bayrağını cenazeden sonra 2. Ordu Komutanlığı’na iade etmişti. Haberi okuyunca aklıma neden eskiden sol hareket içinde bayrağa bir tepki yokken şimdi var diye bir soru geldi. Biraz düşündüm. Neden olabilir? Maraş'ta, Çorum'da ya da ülkenin bilumum üniversitelerinde satırlarla saldıran insanların yüce değerleri olan bayrak, o şiddete nesne olanlar tarafından tabi ki itici halde gelecektir. Bu olayda ailenin davranışı bunu kanıtlar gibi.

23 Mayıs 2013 Perşembe

Nedendir bilmiyorum ama önemli bir olayı daha kaydetmeyi unuttum. 11 mayıs 2013 cumartesi günü Hatay'in reyhanlı ilçesinde 51 kişinin öldüğü bir bombalı saldırı oldu. Suriyeli ilticacıların olduğu bir yerde 3 minibüs dolusu bomba patladı. Rivayete göre 170 kişi ama resmi kayıtlarda 51 kişi öldü. Bu olaydan sonra RedHack jandarma istihbarat daire başkanlığına ait belgeler yayınladı. Buna göre olayı El-Kaide bağlantılı El-Nusra örgütünün yapmış. İşin ilginç yanı, istihbarat biliyor, bildiği halde 51kisi ölüyor. Ayrıca aynı istihbarat belgelerinde 25-26 mayıs tarihlerinde yapılacak olan Halkların Demokratik Kongresi konferansina yasa dışı sol örgüt sempatizanı kişilerin katilacagindan bahsedilmiş. Konferans bir anlamda fislenmis.

19 Kasım 2013 Salı

Kuşkonar'da (Gever) ne oldu?

Orhan Kemal Cengiz'in bir köşe yazısında ( http://www.radikal.com.tr/yazarlar/orhan_kemal_cengiz/kurtun_vatandas_oldugundan_emin_olmasi-1160938 ) okuyunca araştırmaya karar verdiğim bir olayı paylaşmak isterim. 



Şırnak'ın Kuşkonar (Gever) ve Koçağılı (Beysuké) köyleri, 26 mart 1994 günü öğle saatlerinde bir helikopter öncülüğündeki iki uçak tarafından bombalandı. Her iki köyde aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 38 kişi öldü, 13 kişi de çeşitli yerlerinden yaralandı. Bombardımandan sonra oturulamaz hale gelen her iki köyün geride kalan sakinleri, köylerini terk ederek Kumçatı, Cizre, Siirt ve Mersin'e dağıldılar. 
Kuşkonar ve Koçağılı köylerindeki bombardımanda ölenlerin yakınları adına Şırnak Cumhuriyet Savcılığı'na suç duyurusunda bulunan Avukat Tahir Elçi, katliamdan sağ kurtulan köylülerin ifadelerini ve yargı sürecini şöye anlatıyor: 
"26 Mart 1994 tarihinde askeri uçak ve helikopterler, başta Kuşkonar ve Koçağılı köyleri olmak üzere bölgedeki yerleşim birimlerine yönelik yoğun bir bombalama eylemi gerçekleştiriyor. Köylülerden kimi bahçesinde, kimi damda veya evinin önünde otururken, çocuklar sokakta oynarken yaşanıyor bu olay. Köyün yakınlarında askeri uçaklar manevra yapıyor, ardından köye yönelerek bomba yağdırıyorlar. Herkes dehşet içinde etrafta koşturuyor, ardından askeri helikopterler makineli silahlarla tarıyor köyü. Etrafta 40'a yakın paramparça olmuş kadın, çocuk ve yaşlıların cesetleri kalıyor, onlarca kişi de yaralanıyor. Aslında bu olayın küçük çaplı bir Halepçe'den farkı yok.
Her iki köyden geriye kalanlar dehşet içinde ne yapacaklarını şaşırıyor. Etrafta askeri uçak ve helikopterlerin uçuşları devam ettiğinden Kuşkonar köylüleri telaşla uzunca bir çukur kazıp 25 cesedi toplu şekilde gömüyorlar. Daha sonra yaralılarını alıp, evlerini içindeki eşyalarıyla bırakıp kaçıyorlar. Bu olaydan sonra Kuşkonarlıların neredeyse tamamı Adana ve Mersin'e göç ediyor. Hastanelere götürdükleri yaralıları ve ölenlerle ilgili tek bir satır resmi işlem yapılmıyor. Olay o zaman basın yayın organlarında yer almasına rağmen bir savcı veya başka bir yetkili çıkıp mağdurların ifadesini almıyor.
Koçağılılar ise Şırnak-Cizre karayoluna yakın olduklarından ölülerini Kumçatı'da gömüyor, yaralılarını ise Cizre ve Diyarbakır'daki hastanelere kaldırıyorlar. Cesetler Kumçatı'ya getirildiği için Şırnak Cumhuriyet Savcısı gelip otopsi yapıyor ve çok sayıda mağdurun ifadesini alıyor. Jandarma gözetiminde yapılan ifade alma işleminde matbu kâğıda birbirinin aynı birkaç cümle yazılıyor. İşte 'Yukarıdan bomba düştü, yaralandık ...' gibi. Başka da bir şey yok. 'Ne bombasıydı, kimin bombasıydı' gibi asıl sorulması gerekli sorular sorulmamış. Ancak bombalama ânında köyde olmayan köy muhtarı Halil Sayek, Şırnak'ta savcıya verdiği ifadede, köylülerin ve yaralıların tümünün askeri uçak ve helikopterlerin bombalama yaptığını kendisine söylediğini ifade ediyor. 27 veya 28 Mart 1994 tarihli bazı gazetelerde olay, 'Uçaklardan düşen bombalar sonucu çok sayıda kişi öldü' şeklinde yer aldı.
Dünyadaki 70'i aşkın ülkede meydana gelen insan hakları ihlallerini düzenli bir şekilde araştıran bir sivil toplum örgütü olan "Human Rights Watch", 1994 yılında Şırnak'ın Kuşkonar ve Koçağılı köylerine yönelik bombardımana raporunda yer verdi.
Human Rights Watch'ın görüştüğü beş tanığa göre 26 Mart 1994 günü iki Türk savaş uçağı Şırnak ili Kuşkonar (Gever) köyüne dört büyük bomba attı. Bombalar köyün üzerinde bir helikopterin dolaşmasından ve bombardıman uçaklarının atış yapmadan köyün üzerinden bir kez geçmesinden sonra atıldı. O yüzden bombalamanın kasıtlı olduğundan kuşkulanmak (kuşkulanmamak için olacak) için pek neden bulunmuyor.
İki bomba doğruca, o sıralar 150 kişinin yaşadığı köyün orta yerine düştü. Aralarında on beş yaş ve altında on iki çocuğun da bulunduğu yirmi dört köylü öldü. Cesetlerden yedisi öyle kötü biçimde parçalanmıştı ki, giysilerden geriye kalan parçalar olmasa tanınamayacak haldeydiler. Bombalamanın nedeni hala aydınlanmış değil. Tanıklara göre, bombalama sırasında köyde PKK savaşçıları bulunmuyordu ancak saldırıdan birkaç gün öncesine değin köylüler köy korucularına katılmaları için hükümetçe ağır baskı altında tutuluyordu ve ertesi hafta yapılacak olan yerel seçimleri boykota hazırlandıklarına ilişkin kimi işaretler vardı. ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre Türk yetkililer konuyla ilgili olarak yöneltilen sorulara karşılık saldırıdan sorumlu olmadıklarını söylemişlerdi. Ancak ABD hükümeti Kongre'ye sunduğu Haziran 1995 tarihli raporda ABD görevlilerinin "akınların yapılmış ve bazı sivillerin öldürülmüş olduğu"nu saptadığını belirtti.
Türk insan hakları kuruluşlarına göre, aynı bölgede 24-26 Mart tarihleri arasında en az dört hava akını daha gerçekleştirildi ve on sekiz kişi daha öldürüldü. Ölülerin hepsinin adları mevcut.
Kırk beş yaşındaki tanık M. B., Human Rights Watch'a köyünün 1993 güzünden o yana köy korucularına katılması için yetkililerce yoğun baskı altında tutulduğunu söyledi. M. B. "Köy korucusu olmayı istemiyorduk," dedi, "ama fazla şansımız da yoktu." Çevredeki dağlarda ayaklanma bastırma operasyonlarına çıkan askerler 1993 güzünde köye karargah kurmuş ve bir hafta süreyle köyü harekat üssü olarak kullanmıştı. M. B. "emir verdikleri takdirde köyü terk edip etmeyeceğimizi sordular,” diye anlattı, "biz de, terk ederiz dedik." Doğrudan bir emir gelmemiş olsa da köylülerin çoğu yavaş yavaş başka yerlere gitmiş. Türk Hava Kuvvetleri vurduğunda köyde hala 150 kişi oturuyormuş.
M. B. 26 Mart 1994 sabahı evinde bulunduğu sırada köyün üzerinden bir helikopter geçtiğini söyledi. "[Helikopter] bir süre çevrede dolandıktan sonra, uzaklaştı," diye anlattı. Helikopterin geçip gitmesinden bir süre sonra iki jet 100 metreden daha alçaktan uçarak köyü yakından incelemiş. Jetler yeniden yükselip köyün üzerine ikinci kez gelmeye hazırlanmak üzere bir çember çizmiş. M. B. "bir şeyler olacağını farkettim," dedi, "onun için ailemi bir araya topladım ve yakındaki bir mağaraya doğru kaçtık." M. B. köye yüz metre mesafedeki mağaraya vardığında Türk jetleri Kuşkonar'a ilk bombalamayı başlatmış.
Jetler tek sıra halinde uçuyormuş. Öndeki jet bombayı bıraktıktan sonra göğe tırmanıyor ve öteki onun peşi sıra aynı şeyleri tekrarlıyormuş. M. B. uçaklardan iki bombanın düştüğünü görmüş. Bombalar yere çarpınca toz ve dumanlar saçarak patlıyormuş. "Sanki kıyamet günüydü," diye anımsıyor M. B. Evlerden kopan kaya, taş ve çakıl parçaları bombaların patladığı yerden iki yüz metre öteye kadar saçılıp havaya savruluyormuş. İlk iki bomba doğruca, köyün, aralarında bir metre bile açıklık olmayan onlarca evin bir araya yığıldığı orta yerinde patlamış.
Jetler yeniden dağların üzerine yükseldikten sonra bombardıman için ikinci kez dalışa geçmiş. Her ikisi de bir kez daha birer bomba bırakmış ama bunlar köyün kıyısına düşmüş. Bombalardan biri köy merkezinin yüz metre ötesinde, Kumçatı (eski adıyla Dergül) yolu kenarındaki dere yatağına, ikincisiyse elli metre öteye bir yamaca isabet etmiş.
Bir süre diye anlatıyor, M. B., toz ve duman bulutu öyle koyuydu ki, "gündüz geceye dönmüştü". Toz duman yatıştıktan sonra M. B. ve diğerleri köyün ortasına gelerek yıkıntılar arasından cesetleri çıkarmaya başlamışlar. "Kimin kim olduğunu söylemek hemen hemen imkansızdı" diye anlattı M. B.. "Cesetler paramparçaydı, her tarafa saçılmıştı. Sekizi öyle kötü yanmış ve parçalanmıştı ki, kim olduklarını tanıyamadık. Daha sonra kimlerin kayıp olduğuna bakarak onları, giysilerinden çıkarttık." M. B. hatırladığı kadarıyla kayıpların listesini verdi. Liste hava akınından kısa süre sonra Diyarbakır İnsan Hakları Derneği'nce yayımlanan isim listesiyle uyuşuyordu.
M. B. köyün, kenarları ustura gibi keskin, "iki el ayası genişliğinde" bomba parçalarıyla dolu olduğunu söyledi. Parçaların dışları siyah, içleri sarı boyalıymış. Tanık, bombaların "bir adam boyundan daha derin" ve iki üç metre çapında dört çukur açtığını anlattı.
Yakındaki Cizre kasabasında belediye görevlisi olan A. B., Human Rights Watch'a kendi köyü Kuşkonar'a bombalamadan bir gün sonra geldiğini söyledi. "Önce ceset parçalarını topladık", diye anlattı, "ondan sonra parçaları çarşafların içine topladık." A. B. on beş kişiyle birlikte çalışarak iki metre genişliğinde bir hendek kazmış ve yedisi tanınmaz haldeki yirmi dört cesedi bu hendeğe gömmüşler.
Otuz beş yaşındaki S. B. çalışmakta olduğu Adana'dan Kuşkonar köyüne bombalamadan iki gün sonra gelmiş. Tanık Human Rights Watch ile yaptığı ayrı bir görüşmede köye geldiğinde "otuz ya da kırk evin yıkılmış" olduğunu gördüğünü anlattı. "Köye vardığımda cesetlerin çoğu gömülmüştü," dedi. Ailesinden geri kalanlarla görüştüğünde, B. G.'ye bombaların sabah yemek yerken düştüğünü söylemişler. Kız kardeşi, kayın biraderi ve üç çocukları hep birlikte ölmüş. S. B. köyün haritasını çizerek bomba çukurlarının konumunu işaretledi; yaptığı çizim M. B. ve A. B.'nin Human Rights Watch'a verdikleri tarifi tutuyordu.
Mersin'de oturan elli yaşlarındaki T. F. Human Rights Watch'a Mart 1994 sonlanda Kuşkonar köyünden üç yaralı kadınla karşılaştığını anlattı. Yaralılardan biri yetmiş, diğeri otuz sekiz, üçüncüsü de yirmi altı yaşındaymış. "Çok kötü yanmışlardı", diye anlattı, "canları o kadar çok yanmıştı ki konuşamıyorlardı." T. F. Mersin devlet hastanesine gitmekten korktukları için yaralı kadınları, bir özel hastaneye götürmüş. "Yetkililerin kendilerini tutuklayacağından korkuyorlardı," diye açıkladı.
ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Haziran 1995'te Kongre'ye sunduğu Türkiye'de insan hakları konusundaki rapor basında çıkan haberlere göre dört köyün bombalandığı ve yirmi sivilin öldükleri belirtiyordu. Dışişleri Bakanlığı'na göre, "TH (Türkiye Hükümeti) bu saldırıyı yalanlıyordu ama ABH (ABD Hükümeti) görevlileri saldırının yapıldığını ve bazı sivillerin öldürüldüğünü belirledi. Bu olayın hangi koşullar altında gerçekleştiğini bütünüyle belirleyemedik," diyordu. Rapor ayrıca "bildirildiğine göre 26 Mart 1994'de en az dört F-16'nın en az dört köyü bombala [dığını]," belirtiyordu.
Türkiye İnsan Haklan Vakfı'na (İHV) göre, 24-26 Mart 1994'de Şırnak ilinin aralarında Koçağılı, Kumçatı, Sapaca, Hisar ve Çağlayan'ın da bulunduğu başka köylerinde de benzer saldırılar olmuştu. (İHV), Kumçatı'da öldürülen sekiz ve Sapaca'da öldürülen iki kişinin adlarını veriyordu. Uluslararası Af Örgütü 22 Nisan 1994'de Avrupa ve Kanada İşlerinden Sorumlu ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, Stephen Oxman'a bir mektup yazarak, ABD hükümetinin, 26 Mart 1994'de ABD'den sağlanan savaş uçaklarının Kumçatı köyünü bombalayıp "üçü çocuk sekiz kişinin öldürülmesi"ne karışıp karışmadığını soruşturmasını istedi. Af Örgütü, akından sağ kurtulan altı yaşındaki bir çocuğun adını verdi. İnsan Hakları Derneği Diyarbakır şubesi de Koçağılı'da öldürülen sekiz kişinin isim listesini yayımladı. İnsan hakları kuruluşlarına göre, kurbanların tümü sivildi. İHV'ye göre, "bombalamada yaralananlar Diyarbakır, Şırnak ve Mardin devlet hastanelerine kaldırılmıştı."
Bir vakıf yayınında atıfta bulunulan Sapaca Köyü'nden Şengül Hikmet adında bir kadın, bombalamanın köy korucularına katılmaları için güvenlik güçlerinin sürdürmekte oldukları baskılar sonrasında, yapıldığını söyledi. “Bombalamadan iki saat önce", diyordu kadın, "güvenlik güçleri gene aynı maksatla köye geldiler. Kabul etmedik. İki saat sonra uçakların köyün üstüne doğru geldiğini gördük. Eskiden olduğu gibi dağları bombalayacaklarını sandık. Ama köyümüzü bombalamaya başladılar. Bombalama sonunda elli hanelik köyümüz yerle bir oldu. Köyümüz düz arazideydi, o yüzden bütün bombalar hedefe isabet etti."
Human Rights Watch, Sapaca köyündeki saldırıya tanık olan ve daha sonra Kuzey Irak'a sığınan 33 yaşındaki P. D., ile de görüştü. P. D. Sâpaca'ya yirmi dakika yakınlıktaki Akduman köyünde yaşıyormuş. Human Rights Watch'a, 26 Mart öğleden sonra Sapaca üzerinde beş altı savaş uçağı gördüğünü anlattı. "Etrafta bir saat kadar dağılmadan kalan dumanlar gördük. Ormanları ya da başka bir yerleri bombaladıkların sandık. Ama köyü bombaladıklarını aklımıza getirmedik," dedi. "Sonra, Sapaca köyünden biri Akduman'a gelerek, bize, bombalandıklarını ve yardıma ihtiyaçları olduğunu söyledi. Çok sayıda insanın şarapnellerle yaralandığını anlattı. Bunun üzerine büyük bir grup halinde Sapaca'ya gittik. O sırada güneş batıyordu. Sapaca'ya girişte her zaman gördüğümüz ağaçlar ortada yoktu. Daha yakınlaşınca ağaçları gördük: Kırılmış ya da devrilmiş gibiydiler. Köylüler dereye kaçmaya çalışmışlardı. Her yandan toz ve duman yükseliyordu. Koku dayanılmazdı, zehir gibiydi. Ağaçların yaprakları bile kalın siyah bir tabakayla kaplanmıştı. Köyün evleri kendi içlerine çökmüştü. Altmış santim çapında ve on yaşında bir oğlan çocuğunun boyu derinliğinde bir çukur gördüm." Akduman köyünde ölenleri gömdükten sona Sapaca köylülerinin çoğu Kuzey Irak'a kaçmışlar; bir hafta sonra P. D. ve öteki Akduman köyü sakinleri de onları izlemiş. P. D., ayrıca Sapaca köylülerinin saldırıdan bir hafta sonra yapılacak olan yerel seçimleri boykot niyetinde olduklarını ve köy korucularına katılmaları için büyük baskı altında tutulduklarını anımsadığını da söyledi.
Sapaca köyüne saldırıda yaralanan Leyla Şen adında yetmiş yaşındaki kadın İnsan Hakları Vakfı'na Şırnak Devlet Hastanesi'nin kendisini geri çevirdiğini anlattı. Doktor neden yaralandığı konusunda yalan söylemeyi kabul etmedikçe kendisini tedavi etmekten korkuyormuş. "Doktor, eğer PKK'nin yerleştirdiği bir mayına basarak yaralandığını söylemezsen, seni tedavi edemeyiz'," demiş.
Türkiye İnsan Haklan Vakfı Mersin temsilcisi psikiyatrist Dr. Nihat Bulut, Human Rights Watch'a Nisan 1994'ün ilk haftası içinde Mersin'deki kliniğinde hava akınında yaralananları tedavi ettiğini söyledi. Köylülerin kendisine 26 Mart'ta köylerinin bombalandığını anlattıklarım ve hastaların yanık, kırık ve işitme sorunlarından şikayetçi olduklarını söyledi.
Uluslararası Hukuk İhlalleri
Yirmi altı sivilin ölümüne, çok sayıda sivilin yaralanmasına ve sivillerin mal ve mülkünün tahribine yol açan rastgele ateş.
Olaya Katılan Birlikler
Türk Hava Kuvvetlerine ait savaş uçakları.
Kullanılan Silahlar
Büyük olasılıkla ABD kökenli bir helikopter hava bombardımanı öncesinde Kuşkonar köyü üzerinde gözetleme amacıyla uçtu. Ardından, büyük olasılıkla ABD'den sağlanan iki savaş uçağı gene büyük olasılıkla ABD'den sağlanan dört bombayı köye attı. ABD Dışişleri Bakanlığı'na göre, en az dört F-16 olaya karıştı. Sapaca'ya saldırdıysa muhtemelen beş-altı F-16 yer almıştı.
Mart 1994 hava akınlarının kurbanları
Tanıklara, Türkiye İnsan Haklan Vakfı ve İnsan Haklan Derneği Diyarbakır şubesine göre, Mart'taki hava saldırılarında ölenlerin adları şöyle:
Kuşkonar köyü
Mahmut Benzer, 30; Ali Benzer, 25; Ömer Benzer, 10; Nurettin Benzer, 7; Çiçek Benzer, 2; Ayşe Benzer, 35; Elmas Yıldınm, 30; Şerife Yıldırım, 30; Biharuk Yıldırım, 13; Melese Yıldınm, 14; Şaban Yıldırım, 4; Mirza Yıldırım, 2; Çiçek Yıldınm, 2; İrfan Yıldırım, 4; Kerim Yıldınm, 2; Fecre Altan, 40; Hacı Altan, 10; Kedin Altan, 3; Mahmut Aygur, 65; Adil Aygur, 18; Ayşe Aygur, 50; İbrahim Burak, 50; Amna Burak, 50; Ömer Kalkan, 40.
Koçağılı köyü
Servet Kaçar, 100; Xoxe Kaçar, 40; Maşallah Kaçar, 17; Ahmet Kaçar (çocuk); Hasan Kaçar (çocuk); Ayşe Bengin, 60; Nuriye Bengin, 14; Fatma Bedir, 6; Leyla Erdinç (çocuk); Zahide Kılınç, 2; adı bilinmeyen bir kişi.
Sapaca köyü
Meryem Şen, 55; Salih Şen, 65. 

Olay sırasında kuşkonar köyüne hâkim bir tepede koyunlarını çoban Abit Durak, köylülerin yardımına koştu. Kuşkonar köyündeki katliama tanıklık eden Durak, o gün gördüklerini ve yaşadıklarını Aktüel Dergisi'ne şöyle anlattı; 

6 Mart 1994 günü Kuşkonar ve Koçağılı köylerinde neler oldu? 
Vatani görevimi yeni tamamlamış, Kumçatı'ya bağlı Zivik mezrasındaki evime dönmüştüm. O gün biri bize, diğeri yakınlarıma ait iki koyun sürüsünü otlatmaya götürmüştüm. Arkadaşlar gelip kimliği belirsiz bir ceset bulduklarını haber verdiler. O yıllarda faili meçhul cinayetler sıkça yaşanıyordu. Ağabeyim Fettah Durak'la birlikte cenazeyi Kumçatı'nın SıngGülık civarındaki eski bir mezarlığa gömdük. Bir erkekti ve kimliğini hâlâ öğrenebilmiş değiliz. Oradan dönüp sürünün başına gittik. Öğlen saatlerinde gökte bir helikopter belirdi. Kuşkonar köyünün üzerinde 10-15 dakika kadar dolandıktan sonra kayboldu. Arkasından iki jet geldi, Kuşkonar'ın üzerinde bir tur atıp uzaklaştılar. Biraz sonra geri döndüler ve köye bomba yağdırmaya başladılar. İki sortide toplam dört bomba attılar. O sırada yanımda ağabeyim Fettah Durak ve 2003 yılında faili meçhul cinayete kurban verdiğimiz arkadaşım Halit Coşkun da vardı.
Bombardımanı gerçekleştiren uçakların ne tip uçaklar olduğunu tespit edebildiniz mi?
Mesafe uzaktı, uçakların tipini, üzerlerindeki yazı ve amblemi görmek mümkün değildi, ama F-16'lara benziyorlardı. Önce Kumçatı'ya 25 kilometre mesafede bulunan Kuşkonar'ı, arkasından Koçağılı köyünü bombaladılar. Koçağılı'ya bir kez saldırıp ikişer bomba attılar. Bombardımandan sağ kurtulan birkaç Kuşkonarlı, Kumçatı'ya gelip yardım istedi. Ben, Halit Coşkun, Reşit Coşkun, Sabri Barın ve isimlerini şu anda hatırlayamadığım üç kişi olmak üzere toplam yedi kişi yola çıktık. Yolda giderken İkizce taburundan üzerimize doğru havan atışı yapıldı.
Size neden ateş edildiğini öğrenebildiniz mi?
Yardıma gitmemizi engellemeye çalıştıklarını düşünüyoruz. Bunu beklediğimiz için dere yatağından ilerliyorduk. O yüzden isabet ettiremediler. Bahar yağmurları ve eriyen karların suyuyla coşan Kızılsu deresini Hana Sor civarında aşıp Güneyce köyüne vardık. Güneyce'de bize iki kişi daha katıldı. Böylece dokuz kişi olduk. Kuşkonar'a gece saat 02:00 civarında ulaşabildik.
"Bir evden beş tane çocuk cesedi çıkarılmıştı. Etleri kıyma gibi olmuştu. Bir battaniyenin içine koymuşlar, hangi uzvun hangi bedene ait olduğu belli değildi"
Kuşkonar'da nasıl bir manzara ile karşılaştınız?
Manzara tek kelime ile korkunçtu. Allah sizi inandırsın gözlerimin önünden hiç gitmiyor. Yıkılmış evler, parçalanmış bedenler, açılan dev çukurlar, etrafa saçılan kayalar... Keşke gözlerim kör, kulaklarım sağır olsaydı da o manzarayı görmeseydim, o feryatları duymasaydım.
Şirnak'taki köylülerin avukatı Tahir Elçi, Kuşkonar Köyü'nde öldürülen 25 kişinin köyde toplu mezara gömüldüğü için otopsi işlemi yapılmaması nedeniyle nüfus kayıtlarından düşürülmediğini belirterek, "Defalarca yazılı başvurularımıza rağmen mezarın açılması için bir çalışma yapılmadı" dedi.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Şırnak'ta 26 Mart 1994 tarihinde savaş uçaklarının bombalaması sonucu Kuşkonar Köyü'nde 25, bu köye 8 kilometre uzaktaki Koçağılı Köyü'nde ise 13 kişinin öldüğü ve 13 kişinin yaralandığı olaylarla ilgili açılan davada karar verdi. AİHM, olayda ölen 38 kişiden 33'ü hakkında verdiği kararda Türkiye 'yi, 'hava saldırısı emri vermek', 'yeterli soruşturma yapmamak', 'insan hayatını dikkate almadan bombalama yapmak' ve 'uçuş kayıtlarını gizlemek' suçlamalarıyla 2 milyon 305 bin Euro tazminat ödemeye mahkum ederken,dosya ile ilginç ayrıntılar ortaya çıktı.
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, o tarihte Şırnak merkeze bağlı Kuşkonar ve Koçağılı köylerini iki askeri uçağın bombalaması sonucu 43 kişinin öldüğünü, ancak ölenlerden 38 kişi adına AİHM'e başvurulduğunu söyledi. 18 kişinin öldüğü Koçağılı'nda ölenlerden 5'inin yakınlarının AİHM sürecine katılmadığını belirten Tahir Elçi, "Ölenlerin çoğu kadın ve çocuk. İki savaş uçağı doğrudan evleri hedefleyerek, hedef gözeterek ağır bir bombardıman yapmış ve 43 sivil insan hayatını yitirmiş. Özellikle Kuşkonar'da ölenler bombalama faaliyeti ve operasyonlar devam ettiğinden cenazeleri daha güvenli bir yere taşıma ve dini vecibeleri yerine getirme bile fırsat bulamamışlardır. Kendi elleriyle uzunca bir çukur kazarak 25 sivili, büyük bir toplu mezara gömmüşler ve köyü terk etti. Bugüne kadar da köye dönemedi" dedi.
Avukat Tahir Elçi, bugüne kadar çok sayıda yazılı başvuru yapmalarına rağmen, ölenlerin otopsi işlemleri yapılmadığı için nüfus kütüğünden düşürülme işlemlerinin gerçekleşmediğinden kayıtlarda sağ göründüklerini söyledi. Avukat Elçi, şunları söyledi: "Dolayısıyla toplu mezarların açılması, ölenlerin kimliklerinin tespiti ve nüfus kütüğünden düşürülmesi talebimiz halen yerine gelmemiştir. Resmi kayıtlarda ölen 43 insanın çoğu halen sağ görünüyor. Çünkü çoğu otopsi işlemine tabi tutulmadan defnedilmiş ve zaten kendileri toplu mezara gömerek terk ettiklerinden resmi kayıtlara geçmemiştir" dedi.

Sonuçta Türkiye 2 küsur milyon Avro tazminata mahkum oldu. Bunun gibi belki bir sürü davadan da mahkum oldu ya da olacak. Ama hiçbir şey bu olayları yaşayanların acılarını, hayatlarını geri döndürmeyecek. Tam da Erdoğan-Barzani Diyarbakır buluşması sırasında böyle haberlerin ortaya çıkması düşündürücü olsa da, bir daha böyle olaylar yaşanmasın temennimle tarihe not düşeyim istedim.